DİNBİRDER’in Medrese Alimleri Vakfı (MEDAV) ve Trabzon Kur’an Kursları Federasyonu iş birliğiyle gerçekleştirdiği panele Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş da katıldı.
Oturum Başkanlığını Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in yaptığı panelde Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşliyen “Aile Yapımıza Yönelik Tehditler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Emin Ay “Çocuklar ve Gençliğe Yönelik Tehditler”, Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan “Evlilik Süreci ve Sonrasına Yönelik Tehditler”, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Can “Eşlerin Saygınlığına Yönelik Tehditler”, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse de “Aileyi Oluşturan Değerlere Yönelik Tehditler” konusunu ele aldı.
Zoom üzerinden çevrim içi olarak gerçekleştirilen, DİNBİRDER sosyal medya hesaplarından da canlı olarak yayınlanan panel, Prof. Dr. Orhan Çeker’in değerlendirmesinin ardından Uludağ Üniversitesi emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un yaptığı duayla sona erdi.
Yıldırım: “DİNBİRDER, önemli çalışmalara imza atıyor”
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın açış konuşması ile başlayan panelde DİNBİRDER Genel Başkanı Muhittin Hamdi Yıldırım bir selamlama konuşması gerçekleştirdi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın programa katılmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Yıldırım, Erbaş’a teşekkür etti.
DİNBİRDER'in 54. hükümetin başbakanı merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın talimatıyla kurulduğunu hatırlatan Yıldırım, şöyle konuştu:
“Derneğimiz kurulduğu günden bu yana kuruluş amacının gereği olarak yaptığı birçok panel, konferans, eğitim semineri ve daha birçok hayırlı hizmeti gerçekleştirmiştir. ‘Önce ahlak ve maneviyat’ düsturunu esas alan derneğimiz, toplumuzda yaşanan itikadi, içtimai ve ahlaki sorunların tespiti ve çözümü noktasında çok önemli faaliyetler gerçekleştirmiştir, İslam’da ittifak ahlakı, İslam’da istikamet, İslam toplumunda siyasi ahlak, helal kazanç vb. konularda onlarca konferans ve ‘Medrese Çalıştayları’ düzenlemiştir.
Bu çalışmalarımız yanında çok önemli bir çalışmamız da var ki; İslam’ın temel ilkelerini açıkça inkâr etmeyen, tevhide inanıp Allah’a şirk koşmayan ve kıblemize yönelen her Müslümanın hangi ırktan, hangi mezhepten, hangi partiden ve hangi bölgeden olursa olsun kardeş olma bilinciyle, ülkemizin doğusuyla batısı, kuzeyiyle güneyi arasında kurduğumuz ‘Kardeşlik Köprüsü’ programlarımızdır.”
Yıldırım: “Aile Yapımız Yoğun Saldırı Altında”
Aile yapımıza yönelik yoğun saldırılar gerçekleştirildiğinin altını çizen Yıldırım, “çeşitli saldırılar karşısında hassasiyet ve şuur sahibi sivil toplum kuruluşları olarak Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i seniyyenin rehberliğinde bu tür hayırlı faaliyetlere destek ve öncü olmak gayretindeyiz. Bunun için ilk olarak bu paneli düzenliyor önümüzdeki dönemlerde de çok önemli programlar icra edeceğimizi müjdeliyoruz.”
Yıldırım, panelin eser olarak da hazırlanarak ilgililerin istifadesine sunulacağını da vurguladı.
Elçi: “İnsanlığa huzur getirecek tek medeniyet, yegâne mutluluk reçetesi İslam’dır”
Medrese Alimleri Vakfı (MEDAV) Genel Başkanı Muhammet Tayyip Elçi de yaptığı selamlama konuşmasında Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın panele katılımıyla gurur duyduklarını belirterek Erbaş’a teşekkür etti.
Hz. Peygamberin (SAS) “İnsan vücudunda bir parça vardır ki o ıslah olursa bütün vücut ıslah olur, o bozulursa da bütün vücut bozulur, dikkat edin, o kalptir.” hadisi şerifini hatırlatan Elçi, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Vücudumuzun merkezi kalbimizdir. Kalp iman nuruyla, Allah’ın muhabbeti ve haşyetiyle, peygamber aşkıyla, Allah’ın zikriyle, tefekkürle mamur olup ıslah olunca, birer insan olarak bizler de ıslah oluyoruz. Kalp, küfür ve şirkin zulmetiyle, günahların kiriyle, kibir, ucub, haset riya vs. gibi kalbi hastalıklarla bozulduğu zaman birer insan olarak bizler de bozuluyorsak aynı şekilde sosyal hayatımızın ve toplumsal yaşamımızın çekirdeği ve kalbi olan ailemiz de ıslah olursa bütün bir toplum ıslah olur, aile bozulursa da bütün bir toplum bozulur. İşte bundan dolayıdır ki İslam toplumunu ifsat etmek isteyen dahili ve harici şer güçlerin öteden beri en önemli hedefi aile kalesini yıkmak olmuştur. Bu hususta bütün güçlerini sarf etmişler, etmeye de devam ediyorlar ve maalesef büyük oranda da başarılı oldular. Onlarca senedir ekilen şer tohumlarının ve özellikle son yıllarda yoğunlaşan dejenerasyonun acı meyvelerini maalesef bugün hep beraber müşahede ediyoruz. Bugün artık çatırdamaya ve çökmeye başlayan aile yapımıza tez elden sahip çıkmazsak, Allah korusun, daha kötü sonuçlarla karşılaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.”
Batılılaşmaya da dikkat çeken Elçi, “Batılılaştıkça batıyoruz, kendi öz değerlerimizden kopuyoruz. İnsanlığın kurtuluşu ne doğuda ne batıda ne de izmlerdedir. Günümüzde insanlığa huzur getirecek tek medeniyet, yegâne mutluluk reçetesi İslam medeniyetidir. Bugün aileye yönelik tehditler karşısında devlet, sivil toplum kuruluşları ve ilmiye sınıfı ele ele vererek toplumumuzu içinde bulunduğu bu krizden kurtarmak için harekete geçmelidir.”
İşliyen: “Aile, son kalemiz”
Panelin ilk konuşmacısı Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşliyen oldu. “Aile Yapımıza Yönelik Tehditler” konusunu ele alan İşliyen, ailenin son kale olduğunu söyledi. İşliyen şöyle konuştu: “Elimizdeki en sağlam kurumumuz, son kalemiz, üzerine en fazla titrememiz gereken, en fazla üzerinde durmamız gereken müessesemiz, ailemiz. Elimizdeki en sağlam müessese, en sağlam bina ailemiz olunca da dışarıdan ya da içeriden gelen saldırılar da daha çok aile kurumuna yönelik saldırılar oluyor maalesef. Bu saldırıların bir kısmı içeriden geliyor, bir kısmı dışarıdan geliyor. İçeriden gelen saldırılar, dışarıdan gelen saldırılarla eşgüdüm içerisinde ya da onlar tarafından bir paravan olarak kullanılıyor belki de. Netice itibarıyla aile müessesemiz içeriden ve dışarıdan saldırılarla karşı karşıya. Ben acizane bu saldırıların bir kısmının bilinçli, planlı, programlı saldırılar olduğu kanaatindeyim ki yazanlar çizenler de bunu ifade ediyorlar, bir kısmı da bilinçsiz, cehaletten ya da ilgisizlikten kaynaklı, anne-baba başta olmak üzere aile bireylerinin üzerine düşeni yerine getirmemesinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Bu ikinci olarak ifade ettiğim bilinçsiz, programsız, cehaletten, ilgisizlikten, sevgisizlikten kaynaklı problemleri çözmenin yolu, eğitimdir. Bununla ilgili kurumlarımızın, Diyanet İşleri Başkanlığımızın ve bu işle ilgili olarak kurulmuş bulunan Aile Bakanlığının ciddi bir gayret içinde olması gerekir.”
Ay: “Istırabımı ifade edecek kelime bulamıyorum”
“Çocuklar ve Gençliğe Yönelik Tehditler” konusunu ele alan Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, aileyi tehdit eden unsurların en başında medyanın geldiğini söyledi. TV ekranlarında yayınlanan dizilerin ve kadın programlarının tehdit sıralamasında ilk sıraya konması gerektiğini belirten Ay, kavramların genetiği ile oynandığını, en çirkin fiillerin sevimli kelimelerle ifade edilerek çirkinliğin meşrulaştırıldığına dikkat çekti.
Toplumda yaşanan çarpık ilişkilerin kolaylıkla ifade ediliyor olmasının günahlara, haramlara alışmaktan kaynaklandığını dile getiren Ay, şöyle devam etti: ‘Prof. Dr. Ahmet Akın aileyi tehdit eden üç tehlikeden, üç M’den bahseder. Birincisi medya, ikincisi moda, üçüncüsü de mantalitedir. Medyanın alıştırmasıyla modanın dayatmasıyla mantaliteler değiştiriliyor, değerler aşındırılıyor.
Bendeniz çocuklar söz konusu olduğunda onun fıtratını değiştirecek, onun fıtri temizliğini kötüleştirecek her hususun tehdit unsuru olduğunu ifade etmek istiyorum. İnsanoğlunun karakterinin üçte ikilik bölümü iki ila 6 yaşları arasında ve özellikle ailesi içinde geçen zaman diliminde gerçekleşir, karakterin bu dönemde oluştuğunu uzmanlar yıllardır yaptıkları araştırmalarla ortaya koyuyor. Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar, onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra anne babası onun geleceğini belirler. O halde çocukluk dönemi eğitimi son derece önemlidir. Bu kadar önemli olan bir zaman diliminde biz ne yapıyoruz; çocuklarımızın eline telefonu veriyoruz. Çocuklar için yayınlanan çizgi filmler olumsuz mesajlarla dolu. Şu anki nesil bu filmlerle yetişti. Çocuklar telefon kullanmaya ehil değildir. Onları avutmak için kullandığımız telefondan ne zarar görebileceğini bilemez çocuklar.
Biz küçük yaştan itibaren çocuğun ihtiyacı olan inancı, ona Allah’ı nasıl anlatacağımızı, amentüyü, inanç esaslarını, yaş durumuna göre sevgi ekseninde aktarmanın derdinde olalım. Olması gereken haliyle, bilgili, donanımlı, profesyonel anne baba olmaya gayret edelim, bunun için önümüzde çok materyal var lakin ne profesyonel anne baba olmayı düşünüyoruz ne de yapmamamız gereken bir şeyi yapmaktan vazgeçiyoruz. Müslümanların önce kendilerini irşat edip düzeltmesi, sonra çocuklarını yönlendirmesi gerekiyor. Anne baba olmak bir sorumluluktur ve bu sorumluluğu mutlaka donanımlı, bilgili bireyler olarak yerine getirmemiz gerekiyor, başka yolu yok. Bütün önemli şahsiyetler anne babalarının elinde çok güzel yetiştirilen kimselerdir. Bugün dijital oyunlarla insanlık köleleştirilmiş durumda. Çocukluk yıllarında başlayan oyun bağımlılığı gençlik yıllarında çocuklarımızın huzurunun en büyük tehdididir. Nitekim oyun sebebiyle hayatına son veren gençlerden haberdarız. O kadar mustaribim ki duygularımı ifade edecek kelime bulamıyorum, diyebiliyorum ancak. Türkiye’de maalesef medya hep kötülükleri temsil eden bir işlev üstlenmiş durumda. Medya kanalları içerisinde gerçekten insanlara sadece dini konular değil, genel manada dürüstlüğü, güzelliği, iyi davranışı telkin edenlerin sayısı yok denecek kadar azdır. Cinsiyetsiz toplum inşa etme projesi çocuk şarkılarına kadar indi. Bizim çocuk ve genç eğitimine dair politikamızın olduğu ve bunun dikkatle takip edildiği bir anlayışa sahip olmamız gereken zaman gelmiştir, geçmektedir.”
Tarhan: “Aileyi zayıflatan üç hastalık sekülerizm, sosyal anomi ve bireyciliktir”
Panelde konuşan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan da “Evlilik Süreci ve Sonrasına Yönelik Tehditler” konusunu ele aldığı konuşmasında aile konusunda Türkiye’nin ve dünyanın geldiği noktayı örnekler ve istatistiklerle ortaya koydu.
Çocukların anne-baba ve anne baba ilişkisini örnek aldığını kaydeden Tarhan, çocuklara iyi örneklik oluşturulamadığı takdirde hayıflanmanın anlamsız olacağına işaret ederek “Biz düzeltmeye önce kendi nefsimizden başlayacağız, evde bunu uygulayacağız, ondan sonra bunu çocuklarımızdan bekleyeceğiz.” diye konuştu.
Tarhan: “Ailenin olmadığı yerde güvenli alan yok demektir”
Küresel olarak depresyon oranının sürekli arttığına dikkat çeken Tarhan, şöyle konuştu: “Biz şu anda sosyal medyanın öznesi değil, nesnesi durumundayız, bizi sosyal medya yönetiyor. Halbuki özne olsak biz sosyal medyayı yöneteceğiz. Buna bağlı olarak önümüzdeki on yıllarda öğrenilmiş otizm ortaya çıkacak. Çocuğun tek ilgi alanı sosyal medya ise onun geleceği tehlikede demektir.”
2016 yılında yapılan araştırmalara göre Avrupa’da evlilik dışı doğum oranının yüzde 60’lara çıktığını dile getiren Tarhan, ülkemizde de evlilik oranlarında ciddi bir yükselme olmamasına rağmen boşanma oranlarının hızla yükseldiğine, 2001-2018 yılların arasında evlilik artış oranı yüzde 1,6 olarak gerçekleşirken aynı dönemde boşanma oranındaki artışın yüzde 54,8 olduğuna dikkat çekti.
Tarhan, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin önemine değinerek, bu dönemlerin çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini dile getirdi. Tarhan şöyle devam etti: “Bu iki dönemi iyi kullanırsak çocuğumuzu kaybetmeyiz, ailemiz sıcak bir aile ortamı, evimiz güven alanı olursa hiç korkmayalım ne sosyal medya zarar verir ne de başka kültürler. Bugün ailede ciddi bir kırılma yaşıyoruz. Ailenin olmadığı yerde güvenli alan yok demektir. Güvenli olan alanı, aile bağlarını, aileyi ayakta tutamıyorsak geleceği kaybediyoruz demektir. Böyle giderse 30 sene sonra biz de İsviçre, Fransa gibi olacağız. Biz hep Batı’nın hastalıklarını satın almışız.”
Can: “Aile Bakanlığı Kültürel Kodlarımız Baz Alınarak Yeniden Konumlandırılmalı”
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Can da “Eşlerin Saygınlığına Yönelik Tehditler” konusunu ele aldığı konuşmasında önemli mesajlar verdi.
Geçmişin tamamen sıfırlanarak dijital bir diktatörlük inşa edilmeye çalışıldığını dile getiren Can, toplumu, bireyi, devleti aileyi bekleyen en ciddi tehlikenin kendi değerlerimizden şüpheye düşülmesi olduğunu vurguladı. Can, Avrupa Birliği uyum yasalarıyla oluşturulan melez değerler sisteminin ve kendi değerlerinden şüphe etmenin istikamet, zihniyet ve kimlik krizini beraberinde getirdiğine, bunun da sosyal şizofreni ve akışkan kimliklere yol açtığına dikkat çekti.
Alkol, uyuşturucu ve fuhuş yaşının 12’ye indiğini, nikahsız birlikteliklerin, boşanmaların, eşcinselliğin, zina ve fuhşun yaygınlaştığını belirten Can, aileye savaş açıldığını söyledi. Aileye yönelik savaşın gerisinde Siyonizm’in olduğunu vurgulayan Can, şöyle devam etti: “Daha sonra da sırasıyla küresel güçler, feminizm, bireyselleşme, medya, internet, AB uyum yasalarıyla gelen melez değerler sistemi, eğitim, yanlış göç politikaları, yanlış kentleşme, yanlış sanayileşme ve arkadaş çevresinin etkisi gelmektedir.”
Kavramlar üzerinden yeni bir zihin inşa edildiğini vurgulayan Can, kültürel kodlarımıza uygun ifadelerin yasalardan çıkarıldığına işaret ederek seviyeli birliktelik, eşcinsel yönelim, seks işçisi vb. kavramlarla toplumsal kodlarımıza uygun olmayan kavramların masumlaştırıldığına, meşrulaştırıldığına dikkat çekti. Can, çözümün ailenin fıtrat ekseninde yeniden inşa edilmesi, Aile Bakanlığının kültürel kodlarımız baz alınarak yeniden konumlandırılması ve evlenecek gençlerin özel bir eğitim sürecinden geçirilmesi olduğunu vurguladı.
Köse: “Nikah değersizleştiriliyor”
İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Saffet Köse de “Aileyi Oluşturan Değerlere Yönelik Tehditler” konusunu ele aldı. Aile ile ilgili sorunların temelinde değeri kimin koyacağı sorusunun yattığını belirten Köse, İslam inancına göre değer koyma yetkisinin Allah’a ait olduğunu ancak modernizmin ‘değeri ben koyarım’ anlayışını dayattığını anlattı. Tüm semavi dinlerde aile konusunun geniş olarak ele alındığını ve detaylı hükümler konduğunu ifade eden Köse, şöyle konuştu:
“Bütün kutsal metinler detaylı bir şekilde aileyi belirlemiş, ailenin kurulmasından başlayarak tüm aşamalarıyla ilgili detaylı hükümler koymuş. Aile ile ilgili insanlığın maslahatı bellidir ve bu, zaman ve mekâna göre değişmez. Şimdi bir yanda değerleri ben koyarım diyen bir insan var. Postmodern feminizmin en önemli temsilcilerinden biri olan Simone de Beauvoir ‘Artık kadınların özgürlüğü rahimlerinden başlayacak ve kadınlar bedenleriyle ilgili kararları kendileri vereceklerdir’ diyor. Şimdi bir yanda ‘bedenimle ilgili kararı ben veririm’ diyen modern insan, diğer tarafta ‘kararı ben veririm’ diyen Allah var. Bugün modernizmle dini değerler aile üzerinden hesaplaşıyor. Modernizm kendisini kadın üzerinden, kadın giyimi ve kadının toplumsal hayatta aldığı roller üzerinden ölçüyor. Bu da aile üzerinde çatışmaya yol açıyor.”
Aileye ilişkin en önemli sorunlardan birinin nikahın değersizleştirilmesi olduğunu dile getiren Köse, bütün ilahi dinlerde kadın erkek birlikteliğinin yegâne yolunun nikah olduğunu, nikahsız birlikteliklere de ciddi cezalar öngörüldüğünü vurguladı.
Köse şöyle devam etti: “Modern kültür birbirine değerler üzerinden bağlanmış ahenkli yapıları birbirine karşı kışkırtarak yerinden koparıyor ve yeniden inşa ediyor. Örneğin cinsiyet üzerinden bir kışkırtma var bugün. Oysa kadın ve erkek bir birbirini tamamlayan iki cinstir Kur’an’ın ifadesiyle. Kadın ve erkek tek başına bir anlam ifade etmiyor. Kadın olmazsa erkeğin, erkek olmazsa kadının bir anlamı yok, kadının üstün olduğu yerler var, erkeğin üstün olduğu yerler var. Evlilik ilişkisi yoksa ikisi de yarım kalır, her ikisi de bu üstünlük ve eksikleri ile birbirlerini tamamlar. Medeniyetimizde aile ve devlet birbiri üzerinden tanımlanır. Aile devlet içinde küçük bir devlettir, devlet ise o milletin büyük ailesidir. Değerler üzerinden birbirine bağlı unsurları birbirinden kopararak yeniden inşa etmeye çalışırsanız o zaman o yapıyı dağıtırsınız. O yapıyı dağıttığınız takdirde de toplumu bozmuş olursunuz. Karı koca ayrıldığında sadece iki kişi ayrılmış olmuyor, amca, dayı, hala, teyze… bir topluluk ayrılıyor. Aile aynı zamanda dini bir yapıdır çünkü nikah bir ibadettir.”
Köse aileyi tehdit eden en önemli unsurlardan birinin de sekülerleşme, bireyselleşme ve mahremiyetin ortadan kaldırılması olduğunu söyledi. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’in “Mahremiyet artık bir norm olmaktan çıkmıştır” sözünü hatırlatan Köse, mahremiyetin örselenmesinin aile değerlerine vurulan en büyük darbe olduğunu vurguladı.
Çeker: “Doğruyu ve hakkı Kitap ve sünnetin bize talim ettiği gibi, eğip bükmeden söylemeliyiz”
Konuşmaların ardından oturum başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker bir değerlendirme konuşması yaptı.
Günümüzde din adına söz söyleyen ilim erbabının kitap ve sünnete en aykırı görüş ve değerlendirmelerinin kadın ve aile konusunda olduğunu söyleyen Çeker, bu açıklamaların ya dışarıdan gelen fikirlerin Kitap ve sünnetle ispatı ya da ‘aman Batılıları kızdırmayalım’ anlayışının ürünü olduğunu vurguladı. Çeker, şöyle devam etti: ‘Din anlatan, dini hüküm anlatan bizler, kadın ve aile konusunda Kuran ve sünnete aykırı konuşuyoruz. Hâlbuki vakarlı bir mümin olarak doğruyu, hakkı olduğu gibi, kitap ve sünnetin bize talim ettiği gibi eğip bükmeden söylememiz gerekiyor. Mümin kimi temsil ettiğini bilmeli, ona göre söz söylemelidir.
“İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması yeterli değil”
Feminizm haklı sebeplerle ortaya çıktı, kadının insan sayılma hareketi olarak ortaya çıktı. Çünkü o zaman Batı’da kadın insan yerine konulmuyordu, 19. yüzyılda bile şeytan sayılıyordu, kadın mazlumdu hakkı yenmişti. Bunda feminizm haklıydı. Peki, nerede haksızlığa dönüştü? Hakkını aldıktan sonra durması gereken yerde durmadı, daha da ileri gitti ve zulme dönüştü.”
Allah Resulü’nün Veda Hutbesi’ndeki ‘Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz’ tavsiyesini hatırlatan Çeker, günümüzde hak ve sorumluluk anlayışının gözden geçirilmesi gerektiğini ve bu bağlamda Kitap ve sünnete dönülmesi gerektiğini söyledi.
Çeker, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının olumlu olduğunu ancak bunun yeterli olmadığını dile getirerek sözleşmeyle bağlantılı kanunların da yürürlükten kaldırılması gerektiğini ifade etti.
Araba sürmek için ehliyete ihtiyaç bulunduğunu söyleyen Çeker, aynı şekilde evlenmek isteyen gençler için de aile mektepleri kurulması ve evlenecek gençlerin bu eğitimden geçerek ehliyet alması gerektiğini vurguladı. Çeker, aile konusunda kapsamlı bir dosya hazırlanarak yetkililere ulaştırılması gerektiğini de dile getirdi.
YORUMLAR